2000 “Eskişehir Şehir mi? Kent mi?”,
ONBEŞGÜN DERGİSİ, Sayı: 2, Ocak 2000, Eskişehir, Sayfa: 4–5.

 

ESKİŞEHİR ŞEHİR Mİ? KENT Mİ?

Kemal ULUDAĞ

Bu başlığı her okuyanın kafasında oluşan “bu ne biçim başlık” tepkisini ve bunun yansıması olan yüzündeki ifadeyi görür gibiyim…

Tepki göstermekte haksız değilsiniz. Bu başlık genel bilgilerimiz açısından aykırı görünmektedir. Çünkü sözlüklerde ve ansiklopedilerde şehir ve kent sözcükleri eş anlam olarak karşımıza çıkar.

Aynı anlama sahip olan şehir ve kent sözcüklerinden hareketle genel bir tanım yapılırsa; insanların barınma ve çalışma gereksinimlerini giderdiği konut ve binaların, özel ve kamusal ortak kullanım mekanlarının yeraldığı, üretimin tarım dışı alanda yoğunlaştığı, işbölümü ve örgütleşmenin sağlandığı, büyük yerleşim merkezleri denebilir. Şehri-kenti köyden ayıran, büyüklük ve nüfus, yani sayısal fark değil, ekonomik – sosyal ve kültürel faaliyetlerin yoğunluğu ve karmaşıklığıdır.

Terminolojik açıdan aynı anlam ve kapsama sahip olan ya da aynı anlam ve kapsama sahipmiş gibi sunulan şehir ve kent aynı şey midir?

Bazı düşünür-aydınların bu iki sözcüğü farklı anlam ve kapsamda kullandığı dikkati çekmektedir.

Bilge Karasu, metinlerinde kent ve şehir sözcüklerini ayrı anlamlarda kullanırdı. Kendi adıma, bu ayrımı içtenlikle benimsediğim için burada da vurgulamak istedim. Kısaca şehir, bir tarihi süreç içerir, bir geçmişi vardır. Bir metropoldür. Kent ise yeni bir kuruluştur. Örneğin, İstanbul şehirdir, Ankara ise kent. (1)

Yukarıdaki yaklaşımlarla şehir ve kentin aynı anlama gelmediği farklı olgular olduğu kuşku götürmez. O zaman şehir ve kenti bu açıdan yeniden tanımlamak gerekiyor.

Şehir, tarihi bir geçmişi olan ve bu tarihi sürecin göstergelerini barındıran, başka bir ifadeyle kültürel ve sanatsal anlamda geçmişini taşıyan, yaşayan ve yaşatan, günün koşullarına da yanıt verebilen yerleşim ve yaşam alanı olarak tanımlanabilir. Kent ise, endüstrileşme ile birlikte ortaya çıkmış yeni yerleşim alanı anlayışıyla kurulmuş, eskiliğini (varsa eğer) silmiş, izlerini yitirmiş yerlerdir.

Yukarıdaki şehir tanımını temel alırsak, şehir bugün sadece gezilecek-görülecek antik veya tarihi yerleşim alanları gibi algılanmamalıdır. Bu tür mekanlar sadece tarihi eser kapsamındaki mekanlardır. Şehir kavramında tarihi bir geçmiş ve kimlik aranmaktadır. Fakat yaşayan, başka bir ifade ile çağdaş ve çağcıl anlamda bugünün bir parçası olabilmiş, çağdaş yaşama görsel ya da fonksiyonel olarak katılabilen bir tarihsel kimlik ve doku kastedilmektedir.

Bu anlamda bir şehirden söz edebilmemiz için önkoşul, tarihi bir kimliğe sahip olmasıdır, fakat bunun yetmediği de ortadadır. Bu önkoşulla birlikte sahip olunan tarihi kimliğe öncelikle sahip çıkmak, sonra da çağdaş yaşamın bir parçası haline getirmek gerekir.

Yaşadığımız yerleşim merkezi olan Eskişehir sözü edilen ön koşula, yani tarihi sürece ve bu tarihi sürecin ürünlerine, başka bir ifadeyle tarihi kimliğe ve dokuya fazlasıyla sahip. Fakat hem Türkiye hem de Eskişehir’de bu tarihi kimliğe ve dokuya sahip çıkıldığı, korunduğu söylenemez. Tarih ve kültür politikaları bırakın sahip çıkmayı-korumayı, yok etme üzerine kurulu gibidir.

Tarihi kimliğe ve dokuya sahip çıkma, öncelikle kültürü-bilinçli bir kafa, sonra da çıkar çevrelerine karşı savaşabilecek cesaret ve güce sahip bir yürek istemektedir. İşte bu niteliklere sahip olan bir şehirli ya da şehirliler yaşadığı mekanı şehir kılabilir.

Bu saptamadan hareket ederek Eskişehir için ‘şehir’ kavramı ne kadar uyabilir?

Peki, Eskişehir’e ‘kent’ kavramı açısından bakarsak durum nedir? Daha önce değinilen kent kavramını biraz daha açarsak; endüstrileşmeyle ortaya çıkmış yeni yerleşim alanı anlayışıyla kurulmuş çağımızın yeni yerleşim alanlarıdır. Kent çağın koşullarını ve yaşama biçimlerini karşılamak amacıyla biçimlenmiş bir yerleşim alanıdır. Bu tanımları biraz daha somutlaştırırsak, yaşadığımız teknoloji, bilim ve iletişim çağında, bu çağın yaşama koşullarına cevap verecek modern yapılanmayı ve işlevlerini yerine getirebilen yerleşim alanı kenttir. Alt ve üst yapı sorunlarının çağdaş bir şekilde çözümlendiği, metro gibi çağdaş toplu taşıma olanaklarının sağlandığı, ekonomik, kültürel ve sanatsal ihtiyaçların niteliksel ve niceliksel olarak giderildiği, depreme karşı gerekli önlemlerin alındığı ve buna bağlı olarak imarın gerçekleştirildiği bir yerleşim alanı kent kavramına oturabilir.

Kent, uygarlık diye adlandırdığımız bir örgütlenme aşamasına varabilmiş ana toplumsal yerleşme birimidir.(2)

Bu açıdan da Eskişehir için ‘kent’ kavramı ne kadar uyabilir?

“Eskişehir Şehir mi? Kent mi?” sorusuna verilecek cevap, bir yerleşim merkezini adlandırma niteleme sorunu olarak görülmemeli. Çünkü bu soruya verilecek cevap, bir hedef belirleme ve bu yönde yaşadığımız yerleşim alanını-Eskişehir’i oluşturma, biçimlendirme sorumluluğunu üstlenme anlamına gelir, gelmelidir.

1. Sıtkı M. Erinç, Sanatın Boyutları, Çınar Yay., İstanbul, 1998, s. 116.
2. M. Sözen-Ü. Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s. 128,