2000 “Kent: İnsanların Yaşam Alanı”,
ONBEŞGÜN DERGİSİ, Sayı: 3, Şubat 2000, Eskişehir, Sayfa: 4–5.

 

KENT; İNSANLARIN YAŞAM ALANI

Kemal ULUDAĞ

İnsanoğlu evrendeki yerini alır almaz, bedensel ve düşünsel varlığını önce yaşama güdüsü sonra da estetik kaygısıyla birleştirerek yaşamını ve çevresini bütünüyle biçimlendirmeye başlar.

Uygarlık gelişiminin bir yerinde insan, doğanın verdiğiyle yetinmez, yaratıcılığını kullanarak yeni bilgiler ve ürünler üreterek insanlığın kullanım alanlarına sunar. Uygarlık tarihinin ilk dönüm noktası Tarım Devrimidir. İnsanoğlu Tarım Devrimiyle toplayıcılıktan üreticiliğe, göçerlikten yerleşik hayata geçmiş ve böylelikle ilk yerleşim alanları ortaya çıkmıştır.

Kent, insanların barınma ve çalışma gereksinimlerini giderdiği konut ve binaların, özel ve kamusal ortak kullanım mekanlarının yeraldığı, üretimin tarım dışı alanda yoğunlaştığı, iş bölümünün ve örgütleşmenin sağlandığı büyük yerleşim merkezleri olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanımlamadan, genel kanılardan ve yerel yönetim anlayışları ve uygulamalarından da görülebileceği gibi fonksiyonların giderildiği yapay çevreler olarak algılanılmakta ve sadece bu yönde oluşturulan mekanlar olarak kalmaktadır.

İnsan, yapay çevresini oluşturan kentte sadece fiziki ve günlük ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, toplumsal ve kültürel ihtiyaçlarını da karşılar –karşılamak ister. Kentler toplumsal, kültürel ve sanatsal üretimin yapıldığı ve bu alandaki ihtiyaçların giderildiği tek mekanlardır. Bu açıdan kent, kendisini kuran, yaşatan ve geleceğe hazırlayan kentlinin kültürünü, zevkini ve teknolojisini yansıtan canlı bir olgudur.

Somut bir ifadeyle kent, sadece binalardan, yollardan, kaldırımlardan oluşan fiziki bir mekan değildir.

Bu saptamalara başka bir açıdan gelmeye çalışırsak; yeryüzündeki bütün canlıların kendi varlık koşullarına uygun, özel yaşama ortamları-kovukları-vardır. Birçok canlı belli bir çevrede, ancak kendi türüne uygun koşullar altında yaşayacak biçimde özelleşmiştir. İnsan ise, belli bir çevreye ve ortama özelleşmemiş ‘genel-gezer’ bir varlıktır. İnsanoğlu ulaşabildiği her yerde, kendine özgü yaşam çevresini oluşturup, yaşamını sürdürebiliyor. Bu yönüyle insan diğer bütün canlılardan farklı bir konum kazanıyor.

Herhalde yerel yönetimler insanın bu yününü temel alarak, nasıl olsa insan her ortamda ve koşulda yaşamını sürdürebiliyor yaklaşımıyla insana yakışmayan kentlerde yaşamaya bırakıyor.

İnsanın genel gezer bir varlık olmasından dolayı, yani ulaşabileceği her çevrede yaşamını mümkün kılmasıyla ya da istemediği alanlarda yaşayabilmeyi başarabilmesiyle diğer bütün canlılardan ayrıldığı bir gerçektir. Bir başka ifadeyle, kendi oluşturduğu yapay çevre ile bunu mümkün kılar. Fakat insanı diğer canlılardan ayıran temel neden, toplumsal ve kültürel çevresini yaratmış olmasıdır.

İnsan bütün yaşamını ve etkinliğini doğal, toplumsal ve yapay çevreler üstüne kurmuştur, aynı zamanda da yaşamını bu çevreler bileşkesi içinde gerçekleştirmektedir. Kent bu çevreler bileşkesinin somutlaştığı ve hayata geçirildiği canlı bir olgudur.

Çağdaş ve çağcıl uygarlıklar kentlerin bu yönünü ve önemini fark etmiş, kentlerin ideal bir toplumsal yaşam alanı olarak oluşmasını sağlamıştır. Kentlerin fiziki fonksiyonlarını yerine getirmelerinin ötesinde, bu mekanlarda yaşananla ve kültürel boyutuyla ilgilenilmiştir ve ilgilenilmektedir.

Kentler insanların toplumsal ve kültürel yaşamlarını gerçekleştirebilmesi, başka bir ifade ile insanca yaşayabilmesi, başka bir ifade ile insanca yaşayabilmesi için oluşturulan, oluşturulması gereken yegane alanlardır.

Yukarıdaki saptamayı daha somut ifade etmek gerekirse; insana yakışacak temizlikte ve düzende sokakları, kaldırımları olan, insanı ezen-yok sayan bloklaşmış-tek düze binaların yerine fonksiyonel ve estetik açıdan ihtiyaçlara cevap veren binaları bulunan, trafiğin karmaşası ve gürültüsünü unutturacak park, dinlenme ve eğlence alanlarına sahip, kültürel ve sanatsal etkinliklerle insana insan olduğunu hissettiren bir kent, insanın yaşadığı, yaşayabileceği ya da yaşamak istediği bir alan olabilir.